HAK

 Kendimden tiksiniyorum.

Hata üstüne hata yapıyorum. Her şey tam da olmaması gerektiği gibi ilerliyor. Tüm dünyam yıkıldı. Bütün işlerim sarpa sardı.
Çıkış yok. Kaçış yok. Çözüm yok.
Aynaya bakamıyorum. Midem bulanıyor. Kim için, ne için yaptıklarımı düşününce yüzüme tüküresim geliyor.
İnsanın kendini, nasıl içi almaz? Almıyormuş işte.
Bıktım, tükendim ve bittim.
Doğruyu arama gayretimin, yanlışlarla dolu bir yola çıkmasına tahammül edemiyorum. Kaç yaşına geldin be kızım. Hala mı hata üstüne hata?
Bu kaçıncı, saymayı unuttum.
Ben kendimi ve doğruyu unuttum.
Bu hayatta var olan koca bir yanlışım. Kusmak istiyorum ama kussam ne olacak ki? Bütün pislikler gidecek mi? Hayır. Hepsi aklımın o pis, iğrenç çöplüğünde var olmaya devam edecek.
Utanıyorum. Kendimden. UTANIYORUM.
Tarif edemiyorum, anlatamıyorum. Sadece tiksiniyorum. Nasıl bu kadar yanlış kararlar alabildim?
Hani nerede o mantığıyla hareket etmeye çalışan kız? Yok ki, yok işte.
Ne oldu Dilara? Başın göğe erdi mi yoksa kendi kendine yarattığın o iğrenç cehenneminde mutlu musun?
Kimseyi suçlama. Her şeyin bir suçlusu var, o da sensin. Günün birinde, gecenin bir saatinde bak ellerinde ne var, kocaman pislikler ve hiçler.
Bunu kendi kendime yaptım ben. Hatalarımın bedelini bu kadar ağır ödeyeceğimi tahmin etmezdim. Koskoca 2 yıldır bir bok çukurunda çırpınıyorum. Çıkmak yerine daha da dibe batıyorum.
Bu ışıltılı ve hatalı hayatı sen yarattın kızım.
Baş etmesi zor değil mi?
Yanlış adamlar, yanlış kararlar, yanlış yaşanmışlıklar.
Hepsi kocaman bir yanlıştı ve sen bunu bile bile yürüdün bu yolları.
Bak etrafına Dilara, kimse yok. Senin gerçeğin bu işte.
Kabullenmek mi daha zor, fark etmek mi?
İyi oldu kızım sana. Her kuyruk sallayana inanırsan, her sözün arkasından koşarsan, kendini tüm çıplaklığıyla açıp bırakırsan bunun hiçbir zaman sonu olmayacak.
Bu kaçıncı saydın mı? Haklısın sende saymaktan yıldın ama gitmekten vazgeçmedin. Ders alman için daha kaç pislikle yaşayacaksın bunu?
Sen yaptın bunu Dilara.
Sen kendini ittin bu çukura.
Aynen şimdi otur ağla. Kendinden tiksin ve nefret et.
Bu kafayla gittiğin müddetçe senin sonun bu.

VARIM VE YOKUM

 

İçimde çok büyük bir üzüntü var.

Neden var, ne oluyor bilmiyorum ama sadece ağlamak istiyorum.

İçim dışıma çıkana kadar ağlarsam belki rahatlarım. Çünkü benim yüreğim sıkışıyor. Nefes alamıyorum. Ne ilerideyim ne gerideyim, arafta sıkışmış aklımın bile almak istemeyeceği şeylerle savaşır haldeyim.

Ben bu hayata yetememe hissini, başarısızlık hissini ve daha bir çok hissi kafamdan atamıyorum. Ben bu hayatta neden kimseye yetemedim ki?

Aile ortamında, iş ortamında, arkadaşlık ortamın, aşk ortamında…

En azından birinde başarılı olabilseydim belki şu an farklı hisseder miydim acaba?

İçimde dolup taşmış olan bir bardak var ama son damlayı ne koydu bilmiyorum. Hayatımı yaşıyorum ama sanki kendi hayatımdan haberim yokmuş gibi.

Birileriyle bir şeyler konuşursam rahatlar mıyım acaba düşünüyorum ama yok olmuyor. Ne biriyle konuşmak istiyorum ne de rahatlamak istiyorum. Ben aslında ne istediğimi bile bilmiyorum.

Hayat bir yandan akıyor ve ben o hayatın akışına giremiyormuşum gibi geliyor. Herkes kabını doldurmuşta bana su kalmamış gibi.

Ne yolumu çizebiliyorum ne düşünebiliyorum.

Kafamın içinde top gibi seken saçma sapan düşüncelerden bir adım öteye gidemiyorum.

Kime kızsam, kime ağlasam?

Kimsesiz gibi hissediyorum çünkü kendimi bütün çevremden bile isteye soyutlayan bendim. Kimse beni dinlemezken, beni anlamaya çalışmazken, beni umursamazken ben neden veya niçin kendimi soyutlamayayım ki sonuçta değil mi?

Ben çok bir şey istemedim ya. Önemsenmek istedim, hatırlanmak istedim, ne bileyim değerli olmak istedim ya. İnsan bazen hiç beklemediği yerden bir nasılsın dilara diye sorulmasını bekliyor.

Yanaklarımdan süzülen yaşların kendime acıdığım için aktığını biliyorum. Biliyorum çünkü ben herkes için koca bir hiçim.

Ben her zaman için, varım ve ben yokum.

Ben herkes için varım ama herkes benim için yok.

Sırtımdaki yüküm, kalbimdeki yüküm, ruhumdaki yüküm bana çok ağır geliyor.

İçim huzursuzluktan burkuluyor.

Her şeyden nefret ediyorum ve aynı zamanda her şeyi çokta seviyorum.

Kocaman yalnızlığımda, düştüğüm yerde yine kendi kendime elimi uzatıyorum.

Benim benden başka kimsem yok biliyorum.

Ve yine biliyorum ki beni benden başka hiç kimse kurtaramaz.

Ben varım ve ben yokum.

Ben kendim için varım ve kendim için yokum.


BİLİYORUM

 Zihnim hiç olmadığı kadar dolu.

Karmakarışık düşüncelerin savrulduğu, dikkatimi toplayamadığım saçma sapan bir andayım. Sabah uyandığımda çok mutluyken, akşam olmaya yakın zihnimin yorgunluğuyla gün yüzüne çıkanlardan hoşlanmamaya başladım.
Geçen hafta üzerimden geçen kamyonların yerinde yeşil filizlerin çıktığı bu hafta, kendimi bir nebze iyi hissederken anlık düşüşlerim canımı sıkmaya başladı.
Kafamda dönüp duran sorulardan kurtulamıyorum. İçim, içimi yiyorken kendimi durduramıyorum. Aslında her şey yolundayken kendimi yokuşa sürüyormuş gibi hissediyorum.
Bazen boğulacakmışım gibi oluyor.
Ve bazen gerçekten boğuluyorum.
Üzerimden birer birer attığım yükler, şimdi yeniden omuzlarıma biniyor. Kontrolü kaybetmekten hoşlanmıyorum.
Herşeyin sebebini çok iyi biliyorum ama adım atamıyorum. Olacakları göze alamıyorum. Ve bağlarımı kesmeyi başaramıyorum.
Çalışırken sürekli hopluyorum, zıplıyorum, çocuklarla oyun oynuyorum, zihnimi de çoğu şeyden uzaklaştırıyorum. Ne zaman boşluğa düşsem, kafamda her şeyi sarıp duruyorum.
Ne olacak benim bu halim bilmiyorum. Kendi çıkmazlarımda yolumu yine, yeniden bulmaya çalışıyorum.
Olmayacak olanı düşlüyorum.
Neden bu kafaya girdiğimin sebebini kendime inkar etsem de ne yazık ki biliyorum. Benim sahiden bazı sorunlarım var galiba ama çözemiyorum.
Kafa radyomda çalan şarkı bu aralar oldukça sabit ve başa dönüp duruyor.
Sustu bu gece karardı yine ay, kaldı geriye cevapsız sorular ...
Bu sorular anlam bulmadıkça ben burada debelenmeye devam edeceğim gibi duruyor. Ne ileri, ne geri. Sabit bir şekilde şimdi, şu an, dün ve yarın devam edecek biliyorum.
En sonunda ben bu kafayı çıkarıp kenara asacağım yoksa hepten kafayı yitirip deli deli kalacağım.
Bazen bu deliliği bile seviyorum.
İçimi kaplayan bu huzursuzluğun sebebini biliyorum ama kendime sözüm var ki bunu yutup duruyorum.
Boğazıma takılanlar, söylenmeyenler artık bir parçammış gibi yoluma devam ediyorum.
Bu kıyır kıyır hissettiğim şeyi ise yaşamamayı diliyorum.

KAYIP İP

Nerede bu benim ipimin ucu?

Kendimi bazen karanlıkta yolumu kaybetmiş bir salak gibi hissediyorum. Hiçbir şeyi düşünmeye vaktimin olmadığı bir sürecin içine girmişken durup düşünmeye ihtiyacım varmış gibi geliyor. Dört duvarlı kapısız bir odadayım ve çıkışımı bulmak için duvardan duvara çarpıp duruyorum.

Bazı şeyleri kendim bile tercih etmiş olsamda, aklımda acaba yanlış mı ilerliyorum ampulü yanıp duruyor. Yoğunluktan işten işe koşmam mı, vakitsizliğim mi, ruhumun delirmesi mi yoksa hastalıktan kurtulamamamdan mı başlasam bilmiyorum.

Aslında ben hatayı aldığım kararları ve kendime verdiğim sözleri tutamıyor oluşumda yapıyorum. Zihnimin boş çukurlarında hala gün yüzüne çıkmaya çalışan huzursuzluklar nefes almamı engelliyor. Tek yapmam gereken durmak ve sakinleşmek… Ama biliyorum ki ben durursam düşerim, düşersem batarım.

Maddi olarak doyduğum, manevi açıdan kendimi kapattığım bu dönemde birileriyle konuşma ihtiyacı hissediyorum bazen. Kimle konuşacağım ki peki? Etrafımdakilere hislerimi ve duygularımı anlatmayı bırakalı o kadar uzun zaman oldu ki, bunu başarabileceğimi zannetmiyorum. Çünkü herkesin bir derdi, herkesin bir fikri var. Kimse gerçekten karşısındakini anlamak adına bir adım atmıyor. Biriyle konuşmak yerine kendimle konuşmak çok daha mantıklı geliyor. Hatta öyle ki çoğu zaman kendimi, kendimle konuşurken buluyorum. Deli gibi mi yaptım kendimi? Yoksa zaten deli miydim?

Hayatımın bir kısmını yola koyarken ve diğer tarafı bastırırken aslında yanlış yolda yürüdüğümü fark etmem çok uzun sürmedi. İçimde olan ve hala kapanmayan hesapları çözüme kavuşturmadıkça benim kafanın işleyişi de düzelmeyecek biliyorum. Sürekli neden sorusunu sorarken ve asla bir cevap bulamazken, tekrar tekrar başa dönüyorum.

Bugün eski fotoğraflarıma bakma gafletine düştüm. Eski dediğim de 1 sene öncesi filan. Ben aslında ne kadar mutlu ve sağlıklı görünen biriymişim. Gözlerimin içi ışıl ışıl, cildim parlak ve yanaklarım etli butlu. Ekrana bakarken acı acı gülmeye başladım, kızım dedim sen bu 1 sene de neler yaşadın farkında değil misin? Gerçekten de şu geçtiğimiz yılda ve bu girdiğimiz yılın başından beri saçma sapan bir dünya olayın içinden çıktım. Belki de hala çıkamadım. Artık gözlerim ışıldamıyor, yorgun bakıyorum her yere ve zayıflıktan tabiri caizse geberiyorum. Çok uzun bir süre 40 kiloyu görememişken artık bir altı bir üstü olmak üzere hayatıma devam ediyorum. Kendimi insanlıktan çıkmışım gibi bile hissediyorum.

Ben neden yaptım ki bunu kendime? Ya da acaba gerçekten ben mi yaptım bunu kendime?

Aklım, zihnim, bedenim ve en önemlisi ruhum çok yorgun. Yatağa yatıp hayal bile kuramadığımı fark ettiğim o günden beri içimde yaşama sevincini bile bulamıyorum. Şimdi gözlerimi kapatıyorum ve hep kavga peşindeyim. Asla edemediğim kavgalar, kendimi ifade edemediğim konuşmalar, peşime bırakmayan anılar.

Çok doluyum. Konuşmak istiyorum ama konuşamıyorum. Hem kime neyi anlatacağım ki zaten?

Yoldan bir yabancı çevirsem de ona mı döksem içimi, buraya yazıp kafası karman çorman bir kadın olarak mı kalsam?

Huzur. Tek istediğim bu. Azıcık birazcık huzur. Birini beklemekle ve sabretmekle sonunun asla huzur olmayacağını bildiğim şeyler değil.

Bazen eskiye dönmek ve sığınmak mantıklı geliyor. Sonra vazgeçiyorum, mantıklı olsaydı eski olmazdı sonuçta. Yine bile sakince ve anlaşarak konuşabilmeyi özlüyorum. Ben bu aralar çok fazla şeyi özlüyorum. Konuşurken suçlanmak değil, anlaşılmak istiyorum. Anlayabilmek istiyorum, nedenleri ve sonuçları. Bilmek istiyorum gerçekleri ve yalanları.

Ruhumun karmaşası ve asla gelmeyen o ipin ucu, sahi ne zaman kurtulacağım ben bu histen? Gözlerim hep bir şeyleri mi arayacak böyle? Cevapsız sorular içimi mi kemirecek yoksa asla itiraf edilmeyen gerçekleri merek ederek mi yaşayacağım?

Şimdi, şu an çok hazırım.

Bilmeye ve öğrenmeye. Susmaya ve konuşmaya.

Kendimi bırakmaya ve aynı zamanda ipimi bulmaya.

Nerede, ne zaman ve nasıl bilmiyorum ama hissediyorum ki çok yakın.

Belki yarın ve belki de hiçbir zaman.



ÖLÜM

 Toprağın altına girdiğimizde yapayalnızız.

Defalarca aklımdan hep uzak tutmaya çalıştığım koskoca bir gerçekle yüzleşmenin ne kadar acı verici olduğunu bugün bir kez daha anladım.

Ne için yaşıyoruz? Bu hayatta ne yapıyoruz?

Yıllarca hep iyi bir insan olmaya çalıştım. Bunu başardığım, en azından başarmış olduğumu düşündüğüm bir hayat yaşadım. Yarın başımıza bir şeyin gelmeyeceğinin garantisinin olmadığı bu hayatta doğru veya yanlışı seçmenin aslında ne kadar kolay olduğunun farkına vardım.

Ölüm her zaman gidene kolayken, arkadakine zor muydu? Bence gidene de kolay değildi.

Durup düşündüm, ben senelerce neler yaptım diye. Birinin hakkını yedim mi, ah aldım mı, kötülük yaptım mı? Sabahtan beri kafamın içinde seken anılarla kendime bir vicdan haritası çıkardım.

Bunca zaman en ufak bir insanı bile üzmemeye gayret ederken, kendi düşüşlerim ve yaralanmalarım benim suçum değil diyerek kendimi avuttum. Geceleri yatağa girerken ve başımı yastığa koyarken aslında ne kadar rahat uyuduğumu anladım. Geçmişim ve geleceğim birbirinin içine girmişken aslında vicdanımın çokta rahat olduğunu kendime hatırlattım.

İyi ve kötü, her insana göre değişkenlik taşıyor benim gözümde. Ne yaparsak yapalım bu hayatta kalmıyor çünkü bu. Kalbini kırdığımız insanın ahını almadığımızı sanarken ve bu dünyada yüzleşmediğimizi düşünürken, kimsenin hakkı kimsede kalmıyor biliyorum.

Bu dünyada hesaplaşamadığım bunca insanla, bir gün toprağın altına girdikten sonra hesaplaşacağımı biliyor olmak içimi bir nebze rahatlatıyor. Hakkımı asla helal etmediğim, ahımı alan ve beni üzen herkesle biliyorum ki bir gün yine karşılaşacağım.

Bugün yağmur yağarken ve dolu mezarların arasında gezerken, toprağın altına birini yerleştirirken ve okunan duaları işitirken, hepimizin bir gün bunu yaşayacağımızı düşündüm. Mezar taşlarına bakarken, ölümün gerçekliği yüzüme bir tokat gibi indi.

Biz birbirimizi neden bu dünyada kırmayı seçtik ki? Bize verilen bu hayatı mutlu ve iyi bir sekilde yaşamamız gerekirken hepimiz yanlış tercihlerin peşinden gittik.

Yoğun olarak farkındalıklar yaşadığım bu süreçte, kendimi bir insanın peşinde sürüklemek yerine kendim için bir şeyler yapmamın gerekliliğine bakarken buldum benliğimi.

Bu hayatı olabildiğince en güzel ve en mutlu şekilde yaşamam gerekiyordu çünkü. Birini üzmek ve kırmak hayatım boyunca bana çok ağır gelmişti, hala da öyle.

Biliyorum ki bana yapılanlar asla kimsenin yanında kalmayacak. Beni üzenler ve kıranlar, çok daha fazlasını yaşayarak bu hayattan ayrılacak.

Kimse için yaptıklarıma pişman değilim. Akan her bir gözyaşımın hesabını öyle veya böyle alacağım günü hep bekleyeceğim.

Çünkü günün sonunda, kul bilmezse Allah hep biliyor.

Çok insanla hesaplaşacağım. Çok insana hakkımı helal etmeyeceğim. Çok insanın gözünün içine bakıp, hatalarının bedellerini göstereceğim.

Ölümün kıyısında dolaşmanın ver gerçeğinin farkında olmanın ağırlığıyla gecelerimi sonlandıracağım.

Yüreğim alev alev yanarken, vicdanımın rahatlığına sığınacağım.

Bir yakınını kaybetmenin acısını zamanla saracağım. Ölümün gerçekliğini kucaklayıp hep mutlu olacağım.

Her zaman yalnız olacağım. Her şeyi kendi başıma atlatacağım.

Yanımda görmek istediğim ellerin asla orada olmadığını görerek bu gece uyuyacağım.

Körelmiş vicdanlarınızla sizi baş başa bırakacağım.

Bir gülüşüme, saçımın bir teline ve bir damla gözyaşıma biçtiğiniz kötülüğünüzün hesabını size tek tek soracağım.

Siz rahat uyuyun, günü gelince karşınızda bende rahat olacağım.


İYİ Kİ!

 

Hayatımın hiç hayal etmediğim bir dönemindeyim.

Yıllarca hep aynı şeylerin hayalini kurup, aynı şeyleri isteyip ve isteklerimin kıyısında dolaşmaktan bir adım öteye gidemedim. Her seferinde hayallerim olacakmış gibi olup, olmayarak benim için inanılmaz çöküşlerle sonuçlandı.

Fark ettim ki, ben üzüntüden üzüntüye koşarken, kalbimi hunharca kırdırıp, sevgimi kullandırırken; gündelik hayatım akıp gitmiş.

Her üzüntümde ve her kendimi içime kapatışımda sarıldığım tek bir şey olmuş: “Öğretmenliğim.”

Üzüntülerimi atlatmaya çalıştıkça kendimi mesleğime adamışım. Daha okurken bile, ben nasıl öğretmen olacağım, çocuklara nasıl bir şey öğreteceğim kaygısını yaşayan ben, öğretmenliğime dört elle sarılıp kendimi inanılmaz geliştirmişim. Gözümü kapadığımda, hayatlarına dokunduğum birbirinden güzel çocuklarımın bana yaşattığı o mükemmel mutluluğu kimse yaşatmamış.

Ben hep yıllarca mutluluğu ve huzuru bir kişide ararken meğerse yanı başımdaymış. Hayatımda ilk defa çok çalışmamın karşılığı olarak övgü, takdir ve mesleki yükselmeyle beraber zam aldım. Dün durup düşündüm ve bu manevi doygunluğu daha önce bana kimse hissettirmedi dedim kendime. Yıllardır hiç farkında olmadan  ilmek ilmek işlediğim, emek verdiğim bir şeyin karşılığını aldım.

Ve anladım ki benim bunca başarısız ilişkimin sebebi, yanlış yerde yanlış mutluluğu aramamdı. Evlenip çocuk sahibi olmayı istemek yerine öğrencilerimin ikinci annesi olup hayatlarında yer edinebilmekti benim görevim. Yani kalbim bir erkeğe değil, öğrencilerime ait olmalıydı. Çünkü onlar benim doğurmadığım evlatlarımdı.

Bunu fark ettiğimden beri gülmeden duramıyorum. Hiçbir zaman kariyer yapmayacağını söyleyen o eski Dilara ve yanlışlıkla kariyer yapan yeni Dilara…

Ah güzel kızım yıllarca yanlış şeylerin peşinde koşup harap olmuşuz.

Meğer onca hatalı ilişkilerin sonunda çıkarmamız gereken ders buymuş.

Hayatımın amacını bulduğum için omuzlarımdan inanılmaz bir yük kalkmış gibi hissediyorum. Yeni farkındalıklarım, mesleğime olan aşkım ve mesleğimden ayrı olarak kurduğum yeni işletmem.

İşte ben buymuşum.

Öğrenen, öğreten, üreten…

Sonunda kendi ayakları üzerinde duran güçlü bir kadın olmak için hayatın önüme sunduğu bütün imkanlara teşekkür ediyorum. Yine de keşke doğruyu öğrenirken bu kadar üzülmeseydim iyi olurdu.

Ama olsun, artık ne yapmam gerektiğini, hangi yolda yürümem gerektiğini biliyorum.

İyi ki işletme sahibi bir kadınım!

İyi ki öğretmenim!

Ve iyi ki Dilara’yım!


OLMUYOR

Neden hep başarısızım?

Yıllardır hep çok sevilmeyi, çok önemsenmeyi, bir yere ait olmayı, beni benden çok düşünen birinin olmasını istedim. Yıllar geçti ama benim bu isteklerim hiç dinmedi. Bende ki yanlış neydi ki?

Ben neyi yanlış yapıyordum?

Ben kötü biri miydim ki?

Beni neden sevmediler?

Beni neden istemediler?

Bu soruların cevabını hiçbir zaman bulamadım ve biliyorum ki hiçbir zaman da bulamayacağım. Demek ki bende gerçekten yanlış olan bir şey vardı ve ben gerçekten kötü biriydim. Ne yazık ki buna artık inanmaya başladım. Yaşadığım her bir olay sanki bunu kanıtlarmışçasına yüzüme çarpmak dışında bir boka yaramadı.

Sustum, ağladım, bağırdım, sabır dedim, görmezden geldim... Hiçbiri de bir çözüm olmadı. Ben artık işin içinden çıkamayacak boyuta geldim.

Mesela neden herkesin önüne serilen hayat, bana geldiğinde benim içimden geçti?

Güzel değil miyim,

Mesleğim mi yok,

Elimden hiçbir iş gelmiyor mu,

Saygısız mıyım,

Ailem mi kötü,

Karakterim mi kötü,

Verdiğim sevgi yetmiyor mu?

Ben her gece bu soru listesini uzattıkça uzatıyorum. Her zaman yangında ilk terk edilen, vazgeçilen ben oldum. Tatlı laflara kanan bir salak olup, insanları dünyamın merkezine koydukça en çok benim canım yandı ama artık yanacak bir canım da kalmadı.

Ben tükendim. Ben bittim. İnancım bitti. Umudum bitti.

Ben pes ettim. Hayatı yenemeyeceğimi, hiçbir şeyi değiştiremeyeceğimi ve hep bunları yaşayacağımı kabullendim.

Artık ben bunları hak edecek ne yaptım diye sormuyorum bile. Demek ki ben gerçekten hak ettim. Aynı senaryoları başrolleri sürekli farklı olacak şekilde baştan yaşıyorum. Bende ne kırılacak kalp, ne yeşillenecek umut, ne de inançlı o kadın kaldı.

Yoruldum. Ne kadar ağlarsam ağlayayım geçmiyor. Hissettiğim üzüntü dinmiyor. Sürekli hastalanıp yatağa düşmekten bir adım öteye gidemiyorum artık.

Mutlu değilim. Beynime kazınan bu güvensizlik, yediğim kazıkların ucu ilerlememi engelliyor. Yapamıyorum, aşamıyorum. Yaşadıklarım ve pişmanlıklarım, sevinçlerim ve üzüntülerim, neden böyle oldu yakınmalarım… Ben bunları kafamdaki o kilitli kara kutuya koymaya çalıştıkça inatla her şey ortaya saçılıyor. 20 yıldır kendime oluşturduğum ve açmayı kendime yasakladığım, o kara kutu artık kapanmıyor. Küçükken yaşadıklarımın travması, şimdi yaşadıklarımın etkisi, çıkamıyorum buradan. Konuşamıyorum, anlatamıyorum ama günden güne yitip gidiyorum, biliyorum.

İçimde ne fırtınalar koparsa kopsun, dışarıya asla bunu belli etmiyorum. Gülüyorum, hopluyorum ve zıplıyorum çünkü altımda bir enkaz barındırıyorum.

Her şey yolundaymış gibi rol yapmak kadar beni yoran bir şey yok artık.

Nereye kadar ve ne zamana kadar devam edebilirim ki?

Sonsuza kadar mı yoksa sona çok mu yakınım?

Ben hayata teslim oluyorum. Elimde beyaz bayrağım, gözümden artık akamayan gözyaşlarım ve tükenmiş kalbim.

Bütün hak ettiklerimle, bütün başarısızlıklarımla ve bütün kötülüğümle yürüyorum öylece.

Ben yokum, ben hiç var olmadım ve ben hiç olmayacağım.

Üzgünüm güzel kızım, hiçbir şeyi başaramadığım gibi sana verdiğim sözü de tutamadım.